26 Mayıs 2010 Çarşamba

KARMAŞA

Son günlerde bu soruyu çok sorar oldum kendime: Hayatım mı tam anlamıyla bir karmaşaydı, yoksa ben mi?

Cevabını bulduğum da söylenemez ama özel hayatım, aile, iş ve okul hayatım birbiriyle tamamen düğüm halinde ve ben hangisini nasıl sıraya koyacağımı bilemez durumdayım. Belki hepsi benim beceriksizliğimden kanyaklı, kim bilebilir ki?

Hayatımız bazen kontrolden çıkar, ipler elimizden kaçıverir ya, tam bu noktadayım şu an ve her şey muamma sanki. Düzeltmek için çaba gösteriyorum ya da öyle sanıyorum. Tam bir çelişki içindeyim. İlgiye muhtaç kedi yavrusu gibi çırpınırken kimden medet ummam gerektiğine bile karar veremiyorum. Umut beklediğimin de kendine ait bir hayatının olduğunu hiçe saymakta üstüme yok ve bunu ondan duymak nedense şok etkisi yarattı bundan iki gün önce. Tokat gibi çarptı yüzüme gerçekler ve insanın aslında tek bu hayatta "yapayalnız" olduğunu anladım bir kez daha.

Tek başıma yapabileceklerimi bir kaç aya kadar görmeye başlayacağım ve bakalım sadece "Hazel"ken neler yapabiliyorum? Göreceğim, göreceğiz...

"haziran"

Yarınını düşünmeden yaşayabilmeyi istemek. Ama sadece istemekle kalmak,acı... Ve umut edememek. "Umut"u sadece güzel, güneşli, çiçekli hikayelerdeki bir kelime gibi anımsamak; kendi hayatında da yeri olsun istediğin halde, unutup da hatırlayamadığın bir şarkı, bir film ismiymişçesine nasıl olduğunu hatırlamaya çalışmak, acı...
Sonra en sevdiğin renk "mavi"nin,"gökyüzü mavisi"nin artık aynı anlamı taşımadığını hissetmek. Gökyüzü mavisi: Hem "gök" uçsuz bucaksız, hem de "mavi" seni en mutlu edeninden,ama eskiden...
Artık gökyüzünün uçsuz bucaksız olmayışı,yaz aylarında nemin yüzde bilmem kaç olduğu o yapış yapış günler gibi gökyüzünün her daim gelip boğazını sıkması,, artık mavinin siyah olması ve siyahın sana asla umudu hatırlatamayacağını bilmek,evet bu da acı...

Daha sonra "bir tek kişi"nin, küçücük bir tebessümü sayesinde yüzüne yerleşen kocaman gülümsemeyle tekrar tutunmaya çalışmak hayata. Her tutunmaya çalıştığında yere çakılmak, belki de kendi beceriksizliğinden...

Ve sonra hayatın seni döve döve, eze eze alt etmeye çalıştığını anlamak... Ölmek istemekle yaşamayı istemenin tam da ortasında dururken ve tam da haziranın ortasındayken, aklından "ne demiş şair: Haziranda ölmek zor!" diye geçirmek...
Ve bu halini, belki de acizliğini, çaresizliğini, gece -yatağından kalkıp- bir kalem kağıdın üstüne yıkmaya çalışmak, sanırım en çok da bu acı...


16.06.2009 - 01:40